Benim adım Ahmed, Iraklı bir Şii’yim. Saddam Hüseyin rejimi sırasında savaş ve ambargo yüzünden ülkemi terk ettim. Rejim tarafından öldürüleceğim için geri dönemedim. Ailemden herkesi savaşta kaybettim. Erkek kardeşlerim Irak-İran savaşında öldürüldü, ebeveynlerim ise 2003’teki ikinci Irak savaşı sırasında. 25 sene Ürdün’de yaşadım.
Bir gün sokakta yürüyordum ve duygularım çatışma halindeydi. Neden bütün bunlar başıma gelmişti? Neden acı çekmek ve ailemi kaybetmek zorunda kalmıştım? Neden göçmenlik belgelerim gecikmişti? Kendi kendime mırıldanıyordum. Bir kilisenin önünden geçtiğim sırada bir şey beni durdurdu ve içeri girmeye itti. O kiliseye daha önce hiç girmemiştim ve huzursuzdum. Beni dışarı atarlar mıydı? Fakat o dürtüye karşı koyamadığım o öğleden sonra kiliseye girdim.
Kilisede heykel ya da tablo yoktu, insanlar oturmuş vaizi dinliyordu. Vaiz İngilizce konuşuyordu, İngilizcem iyi olmadığı için sessizce oturdum ve anlamaya çalıştım. Vaiz anlamadığımı fark etmiş gibiydi, temel noktalarda Arapça konuşmaya başladı. Söylediği şey gerçekten hoşuma gitti. Duadan sonra beni şaşırtan bir şey yaparak doğruca bana geldi ve selamladı. Çok dost canlısıydı. Beni ailesiyle birlikte öğle yemeği yemeye davet etti. Israrcı olunca kabul ettim. Bu olay uzun bir dostluğun kapısını aralamıştı.
Pastöre sorular sormaya başladım. Çok anlayışlıydı, sorularımı sevgiyle cevaplıyordu. Ona karşı çıktım ama o çok sakindi ve inandığı şeyden emindi. Birlikte Kur’an ve Kutsal Kitap çalışmaya başladık. İkisi hakkında da bilgi sahibiydi. Her şeyi tartışıyorduk – Kutsal Kitap’ın tahrif edilip edilmediği, İsa’nın kim olduğu, Teslis, İsa’nın çarmıhta ölümü, aile meseleleri, Kur’an’da ve Kutsal Kitap’ta vahiy, Hadis’in geçerliliği vesaire. Artık bir şeyleri daha farklı görüyordum. Pastörle dört yıllık dostluğumuz ve çalışmalarımızın sonunda Kutsal Kitap’ın Tanrı’nın Sözü olduğunu ve tahrif edilmediğini kabul ettim. İsa’yı farklı bir şekilde görmeye başlamıştım, Kur’an’ın da dediği gibi, “Allah’a yaklaştırılanlardandı” (Âli İmran 3:45) ama O’nun insan bedeninde Tanrı olduğunu kabullenemiyordum.
Bir gece, İsa’nın kim olduğu üzerine uzun bir tartışmanın ardından arkadaşımın benim için dua ettiğini ve Tanrı’dan O’nun kim olduğuna dair bütün hakikati bana göstermesini istediğini hatırlıyorum. Sonra bana Tanrı’nın hakikatini, onu arayanlara daima açıklayacağını söyledi.
O gece sabaha karşı bir rüya gördüm. Rüyada beyazlar içinde bir adam benimle konuştu ve bana “Kim olduğumdan neden şüphe ediyorsun?” diye sordu.
“Efendim, siz kimsiniz?” diye sordum.
“Yol, Gerçek ve Yaşam benim. Arkadaşını dinle. Sana hakikati anlatıyor” diye cevap verdi.
Sabahın beşinde pastör arkadaşımı aramak için güçlü bir dürtü hissettim. “İnanıyorum!” deyiverdim telefona cevap verdiğinde.
“Neye inanıyorsun?” diye sordu, uykuluydu ve kafası karışmıştı.
“Söylüyorum sana, inanıyorum!” diye adeta bağırdım. Ne demek istediğimi anlayamadı. Ona rüyamı anlatmadığımı fark edinceye kadar aynı cevabı dört kez tekrarladım. “Rüyamda İsa’yı gördüm!” dedim nihayet. “O’nun benim Tanrım ve Kurtarıcım olduğuna inanıyorum!” Arkadaşım benim adıma çok mutlu olmuştu, telefonda benimle birlikte dua etti, beni hakikate yönlendirdiği ve beni bütün yaşamımı tamamıyla O’na teslim etmeye teşvik ettiği için İsa’ya teşekkür etti. Birlikte ettiğimiz o dua sırasında ilk kez İsa’nın adıyla dua ettim.
O gün Kutsal Ruh’un sesini dinleyip kiliseye girmeseydim ya da pastörün ailesiyle birlikte yemek davetini geri çevirseydim ne olurdu bilmiyorum. Bu kadar çok şeyi öğrenmemi sağlamak ve sonra o rüyayla hakikati kalbime yerleştirmek için Tanrı’nın beni o dört yıllık çalışmaya nasıl yönlendirdiğini şimdi görebiliyorum. Hayatım hiç de kolay değil ama Elçi Pavlus’la birlikte, “Bu acıları çekmemin nedeni de budur. Ama bundan utanmıyorum. Çünkü kime inandığımı biliyorum. O’nun bana emanet ettiğini o güne dek koruyacak güçte olduğuna eminim” diye bağırabilirim (2. Timoteos 1:12).